Şu günlerde yalnız bizim ülkemizi değil, tüm dünya ülkelerini ilgilendiren Suriye’deki sıcak gelişmelere ilişkin görüşlerimi ve sorularımı sizlerle paylaşmak ihtiyacı duydum.
Benim bildiğim kadarıyla Suriye de 1963 yılından beri süren bir Baas tek parti iktidarı var. 1970 yılından bu yana da ülkeyi Esad ailesi yönetiyor.
Yaklaşık 18 milyon nüfusun yüzde 85 i Sünni iken, ülkeyi yüzde 8 lik Nusayri azınlığın temsilcisi olarak Esad ailesi ya da daha doğru bir deyimle Baas partisi yönetiyor.
Çok daha ilginç olanı, Suriyede Baas rejimine karşı halk ayaklanması başlayana kadar yaklaşık 300 bin kürdün vatandaşlık hakkı yoktu. Yani Kürtler Suriye vatandaşı bile değildi.Ortadoğu da başlayan değişim talepleriyle birlikte Suriye halkı da bazı reform isteklerini dile getirmeye başladılar.
Burada dikkatiniz çekmek isterim. Başlangıçta Esad’ın değişmesi değildi istenen, kimi demokratik reformların yapılması talep ediliyordu.
O günleri hatırlayacak olursak, çok masum taleplerdi bunlar.
-8 Mart 1963 tarihinden itibaren ülkede uygulanan olağanüstü halin kaldırılması
-İçişleri Bakanlığı başta olmak üzere, hükümet kurumlarının sivilleştirilmesi
-Bireysel hakların tanınması(Suriye kimliği olmayan Kürtlere vatandaşlık hakkı tanınması)
-Siyasi Partiler Yasasında değişiklik yapılarak Baas Partisinin güç ve yetkilerin sınırlandırılması.
Başlangıçta bu talepleri kabul eden Esad yönetimi, gerekli önlemleri aldıktan sonra halkın demokratik taleplerine yönelik gösterilerini silah kullanarak bastırma yoluna gitti. Sivil halkı baskıyla sindirmeye ve giderek öldürmeye başladı.
2014 yılında serbest ve adil seçimler yapılacağı sözünü vermişken, bir yandan da kendisinin iktidarda kalabileceği süreyi 2028 yılına kadar uzatan ve vatandaşlık hakkı verdiği Kürtleri askere almak gibi yasal düzenlemeler yaptı.
Bu konuda çevresinden uluslar arası destek gören Başer Esad, baskı ve saldırılarını artırarak kendisine karşı oluşan muhalefeti silahlı güçle sindirmeye başladı.
An itibariyle Suriye nüfusun yaklaşık yarısı yerlerini değiştirmek, büyük bölümü de ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Yüz binlerce sivil insan yaşamını yitirdi. Ölenlerin çoğunluğu kadın ve gençlerden oluşuyor.
Ülkemize de sığınan 2 milyonun üzerinde Suriyeli yaşam mücadelesi verirken Ege denizinde binlercesi boğularak öldü.
Şimdi bu somut durum üzerinden bir değerlendirme yapacak olursak;
AK Parti iktidarının yönettiği Türkiye, dış politikada yanlış yapmış olabilir.
Kimi dini ve etnik kaygılarını devlet işlerine karıştırmış ve hatta bölgemizde yaşanan bu sıcak gelişmelerde olumsuz rol oynamış, yangına körükle gitmiş de olabilir.
İşin siyasi yanını bir kenara koyup, vicdani boyutuyla baktığımızda; gözümüzün önünde bir insanlık suçu işleniyor, kadınlar, çocuklar öldürülüyor.
Bu olaylarda PKK, PYD, İŞİD’in rolü nedir, Rusya niye bu kadar Suriye’yle ilgileniyor, İslam ülkeleri niye ilgisiz davranıyor ya da Erdoğan niye bu sorunu çok fazla gündemde tutuyor? Türünden sorular sorabiliriz.
Ancak ben; barış ve demokrasi, özgürlük, insan hakları penceresinden bakan bir dünya vatandaşı olarak vicdanımın sesine kulak verdiğimde; yüreğim yanıyor, bu savaş çığırtkanlığına bir anlam veremiyorum.
Suriye’nin kimler tarafından ve nasıl yönetileceğine o ülkenin yurttaşlarının karar vermesi gerektiğini söyleyen aklım, salt AK Parti iktidarı Esad yönetimine karşı diye, AK Parti karşıtlığı üzerinden Suriye’de Baas rejiminin kendi halkına yaptığı zulmü aklayan ya da mazur göstermeye çalışanları almıyor.
Öte yandan eski devrimci alışkanlıklarla Rusya’nın ve de onun desteklediği ülkenin yanında yer almayı ideolojik bir görev sayanların, Rusya Federasyonun eski Sovyetler Birliğiyle yakında uzaktan ilişkisi olmadığını anlamamakta inat ve ısrar etmelerini de mantığım da duygularım da kabul etmiyor.
Keza 13 yıldır nasıl bir parti iktidarda kalır, ya da tek parti iktidarı ülkeyi yönetir, diyenler 52 yıldır süren tek parti iktidarını nasıl ve hangi akla hizmet, savunurlar, anlayabilmiş değilim.
Rojawa dan başlayarak ülkemizde sivil insanlara yönelik yapılan toplu katliamların hesabını sormak, hala aydınlatılmayan; başta Hrant Dink cinayeti olmak üzere tüm faili meçhullerin aydınlatılmasını istemek, ülkemizin en büyük ayıbı 12 Eylül anayasasının değiştirilmesi, eşit yurttaşlık temelinde tüm vesayet kurumlarının dağıtılması için mücadele etmek dururken, Esad rejiminin yaptıklarını haklı çıkarmaya yönelik mahcup girişimler niye?
Savaş ve zorbalık kim tarafından yapılırsa yapılsın, kimliğine, dinine mezhebine bakmadan, kimler tarafından desteklendiğini dikkate almadan her türlü baskı ve insanlık dışı uygulamalara karşı çıkmak dururken bir devrimci-demokrat; nasıl olurda kendi halkına zulmeden bir diktatörün yanında yer alabilir?
Bırakın devrimciliği, demokratlığı; asgari vicdan sahibi bir insanın yapması gereken, savaşa karşı barışın, baskıcı yönetimlere karşı demokrasinin ve halkın yanında yer almak olmalıdır.
Bir yanda Erdoğan’ı diktatörlükle suçlayacaksınız, öte yandan Esad’ı demokrasi kahramanı diye yutturmaya kalkacaksınız.
Artık bu ikiyüzlü tavrı bırakmanın, tüm demokrasi güçleriyle dünya barışı ve özgürlükler için mücadele etmenin zamanıdır.
Barışın olmadığı yerde demokrasiden de, insan haklarından da, özgürlüklerden de söz etmek mümkün değildir.
Her zaman söylediğimiz gibi, kimsenin evinden, yurdundan ayrı kalmaması, çocuklarını denizlere kurban vermemesi, insanlık dışı uygulamalarla yaşamak zorunda bırakılmaması için,
Barış! Hemen şimdi……………………………
AYHAN ONGUN(Gazeteci-Yazar) 01.12.2015/BODRUM