Türkiye kırk gün sonra tarihinin belki de en önemli kararlarından birini almak zorunda kalacak. Zorunda kalacak diyorum, çünkü referandum yapılması ve özellikle de zamanlaması hiçbirimizin gerçek iradesini yansıtmıyor.
16 Nisanda sandıktan çıkan sonuca elbette saygı göstermek zorundayız, ancak toplumun isteği dışında yapılan bir halk oylamasından çıkacak sonucun meşruiyeti uzun zaman tartışılır olmaktan kurtulamayacak.
Hiç seyahat etmek istemeyen birini siz iki yerden birini tercih etmek zorunda bırakırsanız, çıkan sonuç o kişinin iradesini ne kadar yansıtmış olur?
Bugün hiçbir etki ya da baskı uygulamadan halka sorsanız” referandumun zamanımıydı?” diye, inanıyorum ki, büyük çoğunluk” değildi” diyecektir.
Yani bizim asıl sorgulamamız gereken; bu anayasa değişikliklerinin içeriğinden daha çok, niye şimdi böyle bir referanduma gidildiği olmalıdır.
Mevcut parlamenter sistemin tıkandığı, vesayet sisteminin bütünüyle ortadan kaldırılması, devlet kurumlarının paralel yapılardan temizlenmesi, ekonomik ve sosyal büyümenin önündeki engellerin kaldırılması gibi bir dolu gerekçeler ileri sürülebilir.
Yürütmenin daha hızlı karar alması, meclisin asli görevi olan yasamaya dönmesi ve tüm bunların yapılabilmesi için Türkiye ye özel” Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” zorunlu hale gelmiştir de denebilir.
Değişiklik maddelerinin içeriğine girmeden, tüm bunların doğru olduğunu varsaysak bile, ülkenin içinde bulunduğu, ekonomik, sosyal ve siyasi koşulların OHAL gerektirecek duruma gelmesinin hiç mi önemi yok.
Dört bir yanımız ateş çemberine dönmüş, komşularımızla dostluk ilişkileri sıkıntılı hale gelmiş, terör tehlikesi geçmemişken “niye şimdi referandum? “sorusu, tercihimizin ne olacağı sorusundan daha anlamlı hale geliyor.
Konuyu biraz daha açmak gerekirse, evet ya da hayır oyları öyle görünüyor ki, birbirine yakın oranlarda çıkacak.
Az bir oy farkıyla evet çıkması, nasıl bu yeni değişikliklerin, bu haliyle anayasanın; halkın vicdanında meşru sayılmasını tartışmalı hale getirecekse, hayır çıkması halinde de ne bir iktidar değişikliğine neden olacak, ne de hayır diyenlerin rahatsızlık duydukları uygulamalardan iktidarın vazgeçmesi anlamına gelecek.
Geçmişte 18 değil, 60 madde üzerinde uzlaşma sağlanabilmişken, uzlaşı masasını devirenlerin, toplumun büyük çoğunluğunun; kabul etmese de, rıza göstereceği bir yeni, sivil, demokratik anayasa için sabır ve inatla mücadele etmeleri gerekmez miydi?
Kuşkusuz, şimdiye kadar sayısız değişikliklere uğramış anayasamız, bu gidişle daha çok değişikliğe uğrayacaktır.
Ancak dünyadaki uygulamalarına baktığımızda bir “toplumsal sözleşme” olarak tanımlanan anayasalarla hiçbir ülkede bu kadar çok oynanmadığı gibi, her iktidara göre şekillenen bir anayasa modeli örneği de yoktur.
Geçmişte suç sayılan kimi konuların zaman içerisinde suç olmaktan çıkarıldığını düşünecek olursak, anayasayı da kimi değerlerimiz gibi tabulaştırmanın da topluma hiçbir yararı olmayacaktır.
12 Eylülde on binlerce insan komünist olmak bir yana, komünizmi övmek ya da mevcut düzene karşı olmak suçlamasıyla yıllarca hapis yatmışken, bugün komünist belediye başkanları kentleri yönetebiliyor.
Yani demem o ki; anayasalar değişmez metinler değildir ama sıkça değiştirilir olmaktan da çıkarmak gerekir.
Bunun yapılabilmesi için kamu vicdanında kabul görecek, toplumun büyük çoğunluğu tarafından benimsenen bir anayasa olması gerekir.
Her şeye rağmen, “anayasalar olağanüstü durumlardan sonra yapılır” , “bu meclisin anayasa yapması doğru değildir, kurucu meclis gerekir.” gibi anlamsız itiraz ve karşı çıkışlardan” yeni bir anayasanın mutlak zorunluluk olduğu” fikrine ulaşmış olmak da önemli bir gelişme sayılır.
Nisan ayında yapılacak referandumla ilgili olarak son dönemde hayır cephesinin, özellikle de CHP nin taktik bir değişikliğe giderek toplumu geren, kutuplaştıran, ayrıştıran söylem ve propagandalardan uzaklaşması, demokrasimiz açısından son derecek olumlu ve yapıcı bir yaklaşım.
Öte yandan şu ana kadar referandum kampanyalarında kayda değer bir olayın olmaması, sakin bir ortamda sürdürülmesi de sevindirici.
Umarım böyle de devam eder.
Çünkü bu ülkenin, kavgaya, kaosa, nefret söylemlerine değil; sevgiye, kardeşliğe, hoşgörüye, en çok da barışa ihtiyacı var.
Yeter ki, siyasi hırs ve önyargılarımızı bir kenara koyup, açık yüreklilikle birbirimizi anlamaya, dinlemeye gayret, fikirlerimize tahammül edelim.
AYHAN ONGUN( Gazeteci-Yazar) 07.03. 2017/BODRUM