Geçtiğimiz günlerde toplanan Demokratik Toplum Kongresinin kamuoyuna açıkladığı sonuç bildirgesi toplumda yeni bir tartışma, siyasette yeni bir dönem başlattı.
Kuşkusuz demokratik ülkelerde her konunun tartışılabilmesi, fikir düzeyinde kamuoyuyla paylaşılabilmesi esastır.
Ancak DTK nın yayınladığı sonuç bildirgesi; toplumda tartışmaya açılmak, üzerinde görüşülmek, gerekirse değiştirilmek için hazırlanmış bir bildirge olmaktan çok, belli bir irade tarafından kabul edilip topluma dayatılmak istenen bir bildirgedir.
Üstelik de uzun yıllar üzerinde çok konuşulan, tartışılan ve kimilerince yalnız darbe yapanların hakkı olduğu savunulan, mevcut parlamentonun yapma hakkı olmadığı iddia edilen; yeni, çağdaş, sivil bir anayasa üzerinde toplumsal bir uzlaşının sağlandığı bir dönemde gelen bu özyönetimlere dayalı demokratik özerklik talebi, en baştan bu şansını da yitirmiş oldu.
“Demokrasi ve özgürlük talepleri özünde siyasi statü talepleridir. Çözümü de siyasi müzakere zemininde olmalıdır. Bu nedenle, yaşadığımız bütün sorunların aşılabilmesi için diyalog ve müzakere kanallarının yeniden devreye girmesi önemlidir.
Demokratik özerklik, özyönetimler ve yerel demokrasi açısından spekülatif tartışmaların son bulması için Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik şartındaki çekincelerin kaldırılması gerekir.”(DTK sonuç bildirgesi)
Sonuç bildirgesindeki bu tespit ve taleplere hiçbirimizin karşı çıkması mümkün müdür? Halkın büyük çoğunluğunda Türkiye gibi geniş bir coğrafyada yönetimin tek merkezden sağlanmasının mümkün olmayacağı, bu nedenle de yerel yönetimlerin güçlendirilmesi fikri oluşmadı mı?
Bir dönem, çözüm süreci adı altında yapılan müzakerelerde de bu konularda mutabık kalınmışken ve bu amaçla Büyükşehir yasası çıkarılıp, uygulanmaya başlanmışken
Şimdi birden bire toplumun tümüne DTK nin aldığı kararları dayatmak ne kadar gerçekçi, ne kadar çözüme odaklı olabilir?
“Kürt sorununun demokratik özerklik çözümü Türkiye’nin demokratikleşmesinden ayrı ele alınamaz. Türkiye gerçeğinde demokratik özerkliğe dayalı bir siyasi ve toplumsal sistem yaratmadan Türkiye’nin demokratikleşmesi mümkün değildir. “(DTK sonuç bildirgesi)
Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorunu çözüme kavuşmadan elbette mümkün olamayacaktır ancak bunun da yalnızca demokratik özerkliğe dayalı bir siyasi ve toplumsal sistemle olacağını iddia ederseniz, bunun adı dayatmadır.
Bu da yetmez gibi ardından da,
“Bu haklı ve meşru direnişe saldıranlar hem demokratik Türkiye’de, hem de tarih ve insanlık karşısında yargılanacaklardır.” Derseniz;
Hem siyasi irade, hem de toplumun büyük kesimi bu söylenenleri hem dayatma, hem de bir tehdit olarak anlayacak, algılayacaktır.
Sonra da kalkıp, bu halk bizi anlamıyor, egemen güçler bize yaşam hakkı tanımıyor derseniz, pek inandırıcı olmaz.
Kamuoyuna sunulan 14 maddenin birçoğu demokratik yollardan gerçekleşmesi mümkün iken, zamanlama ve kullanılan dilin sorunlu olması nedeniyle var olan önyargıları daha da pekiştirecek ve hatta giderek toplumda tepkilere de neden olacaktır.
“Bazı vergilerin özyönetim birimleri tarafından toplanması” şeklinde aslında normal koşullarda kabul görebilecek bir öneri, sanki tüm vergiler özyönetime devredilecek gibi anlaşılabilmekte ya da o algı yaratılmaya çalışılmaktadır.
Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartındaki çekincelerin kaldırılmasını istemekle aynı anlama gelecek kimi talepler, toplumda genel kabul görecek bir iklim ve zamanda yapılmadığı için, amacını aşacak tepkilere ve bu talebi yapanlara karşı bir olumsuz tavıra dönüşecektir.
Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle başlayıp Haziran seçimlerinde tavan yapan Demirtaş sevgisi ve Türkiye partisi olma iddiasındaki HDP sempatisini bitirmeye yönelik güneydoğuda başlayan olayların hemen ardından yapılan bu,” özyönetime dayalı demokratik özerklik” açıklaması ülke gündemine bir alev topu gibi düştü.
Barışa ve huzura en fazla ihtiyacımız olduğu şu günlerde yapılan bu çıkış, bir anlamda demokrasi güçlerini de zor durumda bıraktı.
Bir yanıyla, “bir ulusun kendi kaderini tayin hakkı” olarak bilinen evrensel kural gereği Kürt halkının haklı taleplerine duyarlı davranma zorunluluğu, öte yanda okullara, hastanelere, sivil insanlara yönelik yapılan saldırılarla gölgelenen, en azından vicdani boyutta sorgulanan bir hak mücadelesi.
Oysa, insan odaklı, emeğe saygılı, eşit yurttaşlık temelinden yeni bir anayasa yapılabilmesi umudumuz vardı.Barış içinde, kardeşçe, birada yaşabilme özlemimiz, savaşsız, sömürüsüz bir dünya hayalimiz vardı.
Bu özlemlerimizi, umutlarımızı, hayallerimizi bir çırpıda yok edecek, söndürecek girişim ve yaptırımlardan kaçınmak, demokrasi ve özgürlük mücadelesi verenlerin de ülkeyi yönetme iddiasında olanların da en temel ve acil görevi olmalıdır.
Bunu yapabilmenin yolu da her şarta ve güçlüğe rağmen, önyargısız diyalogdan, demokratik uzlaşıdan geçiyor, diye düşünüyorum.
Yeni yılın barış ve huzur getirmesi dileğiyle
AYHAN ONGUN(Gazeteci-Yazar) 29.12.2015/BODRUM
seni gidi vampir-batı sözcüsü-uşağı seni. batı zaten bizim iyiliğimiz için dayatıyor başta özerklik-şartı olmak üzere tüm boyunduruk yasalarını dimi ayhan ongun ve fikirdaşları?