İki yıla yakındır yazıyorum, çiziyorum, Okluk’ta yapılan yanlıştır diyorum ama faydası yok.
30’un üzerinde makale yazdım, bunca masrafa gerek olmadığını, ağaçlar kesilmeden de, yeni yollar açılmadan da, istimlakler yapılmadan da Cumhurbaşkanın tatilini geçirebileceği bir yerin kolaylıkla yapılabileceğini belirttim. Öylesine büyük bir yere, birkaç köşke, 100 odalı personel çalışma büro ve ikamet alanlarına ihtiyaç olmadığını, dokunun ve doğanın bozulmadan da düşünülen projenin küçük ölçekte ortaya çıkabileceğini anlattım durdum.
Cumhurbaşkanları için elbette bir dinlenme yeri olmalı. Bunun için elbette ihtiyaca uygun bir yer yapılmalı. Ama doğa tahrip edilmemeli, görsel değerlere zarar verilmemeli, güvenlik adı altında istimlakler yaparak, orada yaşayan köylüleri yerlerinden, yurtlarından, topraklarından etmemeliyiz. Özetle tapuları delmemeli ve buna kamu yararı dememeliyiz.
Ne lüzum vardı onca ağacı kesmeye, ne gerek vardı yolu büyütmeye, köyün ortasından geçip bahçeleri istimlake neden lüzum görüldü ki? Bunlar yapılmadan, hiç kimse rahatsız edilmeden, arkadaki orman yolundan kolayca gidilebilirdi Okluk’a. Ayrıca onca inşaat yapılmadan, sahile dokunulmadan, onca duvar çekilmeden, onca köşk ve 100 odalı bina olmadan da ortaya çıkabilirdi tatil yeri. Üstelik çok büyük paralar harcanmadan, çok büyük ve gereksiz masraflar yapılmadan.
Oralı olmadılar, dinlemediler, Cumhurbaşkanına yazdığım açık mektuba bile cevap vermediler. Yapılanların oradaki turizme, mavi yolculuğa ve denizciliğe büyük zarar vereceğini uzun uzadıya anlatmama rağmen, kimse kulak asmadı, samimi itirazlarıma (hariçten okunan gazel) muamelesi yaptılar. Varsın olsun, herkes aynı şeyi düşünmeye, aynı değerlendirmeyi yapmaya mecbur değil. Ama öyle diye, ben de vatandaşlık hakkımı kullanmaktan geri durmadım, söyledim ve elbette ki söylemeye devam edeceğim. Başkalarının yanlışlarına bizlerin doğru demesi beklenmemeli, öyle değil mi?
Eleştirilere, itirazlara, daha kolay formüllere değer verseler, en azından dinleseler ve düşünselerdi, ne Cumhurbaşkanlığı nede Recep Tayyip Erdoğan böylesine hırpalanmaz, zor durumda kalmaz, durup dururken yara almazdı. Sürekli sessizlik, haksızlıkların yapılmasına da neden oldu. Örneğin 300 odalı köşk denildi, 500 personelin çalışacağı söylendi, 100 binden fazla ağaç kesildiği, 40 trilyondan çok para harcandığı iddia edildi. Oysa gerçek bu değildi ve gerçeği öğrenmek de, gizli kapaklı işler yapılması yüzünden mümkün olamadı. Açık olsalar, yaptıklarını gizlemeseler, basını engellemeseler, bunca dedikodu yapılmaz, bunca tahribat meydana gelmezdi. Ama oldu bir kere. Artık yapacak bir şey yok.
Şimdi Okluk’un kapatılması (aslında orası köylünün dilinde Okluk, bana kalsa o güzelim koya Sadun Boro’nun adını verirdim), istimlaklerin yapılması ve köylülerin arazilerinden çıkarılması, tüm denizcileri çok rötarlı olmasına rağmen ayağa kaldırdı. Öyle ya, koyun kapatılması mavi yolculuğa, yatçılığa, amatör denizciliğe zarar vermekle kalmayacak, teknelerin ikmallerini yaptıkları, kıçtankara bağlandıkları iskele, restoran ve marketleri de ortadan kaldıracaktı. Bu yüzden denizciler bir haftadır imza topluyor, bundan sonra yasalara karşı çıkmadan neler yapabileceklerini tartışıyor ve bir politika oluşturmaya uğraşıyorlar.
İmzalar 50 bini aştı. Yerli yabancı kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, büyük bir kaptan topluluğu ortalığı kırıp dökmeden, kimseyi incitmeden, alınan kararların yanlışlığını belirten bir açıklama yapmaya hazırlanıyorlar. Bu tepkinin siyasi bir boyutu yok. İşi o noktaya çekmeye çalışanlar varsa da, çoğunluk buna izin vermiyor, amaçlarının bağcıyı dövmek değil, üzümü yemek olduğunu açıkça belirtiyorlar. İstiyorlar ki, seslerini devlete duyurabilsinler, isteklerinde samimi olduklarını anlatabilsinler, denizciliğe ve mavi yolculuğa zarar verecek kararların düzeltilmesini talep edebilsinler. Bence buna izin vermek, içlerinden seçecekleri 5-6 temsilciden oluşacak bir heyeti kabul etmek ve karşılıklı konuşarak sorunu çözmek en akıllıca yol olacaktır.
Aksi halde tatsız gelişmeler olabilir, hukuki haklar sonuna kadar zorlanabilir, bölge idare mahkemelerinde davalar açılabilir, yürütmenin durdurulması istenebilir. Sonuç alınır alınmaz, bu pek önemli değil ama Cumhurbaşkanlığının mahkemeye verilmesinin düşünülmesi bile hoş değil. Buna sebep olmamak lazım.
Meseleyi sadece Okluk’la da sınırlı tutmamak gerekiyor. İşin daha ileri boyutları var ki, bunlar şimdiden önlenemezse, felaketin büyüğü asıl o zaman ortaya çıkar. Gökova’ya dokunulmaması, koyların imara açılmaması, koruma kararlarının dejenere edilmemesi ve meselenin bir bütün olarak düşünülmesi şart. Bunu mutlaka sağlamalı ve Gökova’yı dikkatle, özenle ve önemle korumalıyız. İşin şakaya gelir tarafı yok çünkü.Örneğin korumaya,Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’a tahsis edilen Kisebükü koyundan başlamalıyız. Sayın Bakan bunu devlete iade ederse, çok büyük, anlamlı ve örnek bir iş yapmış olur ki, o takdirde her alkışı hak eder.