Serbest Kürsü Sayfa’mızın yazarlarından Ekonomist Zeki Alptekin, corona krizi döneminde “Küresel krizlerin ekonomi politiği” ni yazdı. Beş bölümden oluşan seri yazının dördüncü bölümünü yayınlıyoruz.
08 Mayıs 2020
Corona kriz yönetimi, konseptler, perspektifler, düşünceler
Gelecek satırlarda güncel Corona Krizinin değişik ülkelerde yol açtığı ekonomik krizi, tahribati ele alıp buna ilişkin oluşturulan çözüm konseptlerini, ekonomik tedbir paketlerini mercek altına almaya çalışacağız. Bu noktada dikkatimiz çözüm programlarının en kapsamlısı, en yoğunu olması nedeniyle Almanya üzerinde olacak. Daha önceki makalelerimizde de yeri geldiğinde dile getirdiğimiz gibi, kriz yönetimlerine değineceğiz. Önce krizde şu an geldiğimiz yeri genel olarak ele alıp, kriz sonrası olası gelişmelerden söz ederek konuya başlamak istiyoruz!
Nerede bulunuyoruz?
İMF başkanı Georgieva, dünyanın şimdiden resesyona girdiğini belirterek krizin boyutlarının 2008-09 krizinin çok ötesinde olduğunu belirtti. Krize karşı alınan önlemlerin maddi boyutları da bu tahmini destekliyor.
İMF’ye göre durum, özellikle Az gelişmiş ve Gelişmekte olan ülkelerde kötü olacak. Kuruma göre dünyanın en fakir ülkelerinin yaklaşık 11 milyar Dolar borcu var. Bu arada 80’den fazla ülke acil yardım talebi ile kuruluşa müracat etmis durumda. Birleşmiş Milletler, dünya nüfusunun en yoksul kesimini oluşturan 700 milyon kişiye destek için 90 milyar dolar mali yardıma ihtiyaç olduğunu tespit ediyor. Bu miktar, G20 ülkelerinin ekonomiye destek paketlerinin yüzde 1’ine denk geliyor.
İMF, virüsün sınırlandırılması ve firmaların likide sorunları nedeniyle kitlesel iflasların olmaması durumunda 2021 yılında ekonomide bir rahatlamanın mümkün olduğunu dile getiriyor. Kuruluşun bu yıl Almanya ekonomisinin %-7, Euro bölgesinin ise %-7,5 küçüleceği tahmininde bulunuyor. Bu rakam ABD ekonomisi için %-5,9 olarak öngörülüyor. „Dünyanın fabrikası“ Çin içinse ülke ölçülerine göre „mütevazi“ sayılabilecek %1,2’lik bir büyüme olacağı tahmin ediliyor.
Bu yıl için dünya ekonomisine yönelik öngörülen %-3 oranında bir küçülme. Mukayese açısından: Bu oran, bir önceki 2008-09 finans krizinde %-0,1 küçülme idi. Bu sayılar, pandeminin yaygınlaşmasının yılın ikinci yarısından itibaren yavaşlaması, ülkelerin aldıkları tedbirlerin etkilerini göstermesi, kitlesel iflasların ve işsizliğin önlenmesi, kredi sistemlerinin ayakta kalması durumunda geçerli. Bu durumda 2021 yılı için dünyada yeniden %5,8’lik bir ekonomik büyüme beklenebilir. Yine de iki yılın toplamında ortaya çıkabilecek ekonomik kayıp, Almanya ve Japonya’nın GSYH’nın toplamından daha fazla olacağı tahmin ediliyor.
Bu, geliştirilen „olumlu senaryo“ hali. Bir de „olumsuz senaryo“, yani işlerin beklendiği gibi en az zararla atlatılamaması durumunda nasıl bir tablo ile karşı karşıya olacağımız gerçeği var:
Bu senaryo, virüsün yılın ikinci yarısında geriletilememesi, sınırlamaların devam etmesi vs. durumuna ilişkin. Bu durumda İMF, dünya ekonomisinin ek olarak bir %-3 daha küçüleceğini, pandeminin gelecek yılda da devam etmesi durumunda küçülmenin %-8 civarında olacağı tahmininde bulunuyor.
Bu noktada, ekonominin tekrar canlanmasının virüsün geriletilmesi ile birebir bağlantılı olduğu gerçeğinin bir kez daha ortaya çıktığını belirtelim.
Konuya ilişkin son olarak OECD tahminlerini de görüntüyü tamamlaması açısından koyacak olursak; kuruluş, günlük yaşamın durduğu her ayın getirdiği ekonomik kayıbın yıllık büyümenin %2’sine denk geldiğini tespit ederek, Lock Down‘dan direk olarak etkilenen sektörlerin gelişmiş ülkelerde GSYH’nin üçte birini oluşturan sektörler olduğunu belirtiyor. Sadece turizm sektörünün (ki bu bilgi Türkiye açısından önemli olabilir) bu dönemde %50-70 civarında küçüleceği öngörüsünde bulunuyor.
Kriz yönetim stratejileri, alternatifler
Aşağıdaki tablo da gelişmiş kapitalist ülkelerde güncel kriz yönetiminin ekonomi politiğine ilişkin ilk açıklanan sayılar var. Bu sayıların kimileri, daha sonra açıklanan ek programlar nedeniyle değişti, büyüdü. Bu değişikliklere metinde yeri geldiğinde işaret ediyoruz. İlk sütunda devletlerin direk olarak sunduğu, çoğu hibe niteliğinde olan konjöktür destekleri var. İkinci sütunda ise garantörlüğünü devletin yaptığı, bankalardan uygun şartlarda alınabilecek krediler var.
Ülke |
Konjöktür Programı |
Kredi Garantileri |
Toplam
€
|
||
Toplam/Milyar € |
GSYH’in Yüzdesi |
Toplam/Milyar € |
GSYH’in Yüzdesi |
||
ABD |
1.900 |
%10 |
1.900 |
%10 |
3.800 |
Almanya |
156 |
%4,7 |
1.200 |
%30 |
1.356 |
Fransa |
45 |
%2,0 |
300 |
%12 |
345 |
İtalya |
25 |
%1,4 |
350 |
%20 |
375 |
İngiltere |
66 |
%3,3 |
303 |
%15 |
369 |
İspanya |
32 |
%2,6 |
200 |
%15 |
232 |
Japonya |
25 |
%0,5 |
|
|
25 |
Kanada |
17 |
%1,2 |
|
|
17 |
Avustralya |
47 |
%4,5 |
22 |
%2,0 |
69 |
Yeni Zelanda |
7 |
%4,0 |
|
|
7 |
İsviçre |
19 |
%2,9 |
19 |
%3,0 |
38 |
İsveç |
28 |
%6,0 |
18 |
%4,0 |
46 |
Norveç |
4 |
%1,4 |
9 |
%3,0 |
13 |
Total/€ |
2.371 |
|
4.321 |
|
6.692 |
Kaynak:Die Welt, 26.03.2020 |
Tabloya göre önde gelen 13 endüstri ülkesinde değişik oranlarda toplam 2,4 trilyon € konjöktür programları dahilinde ve 4,3 trilyon € kullanılmaya açık, devlet garantili krediler ile destek sunuluyor. Dünya ekonomik tarihinde şimdiye dek görülmeyen ölçülere çıkan bu destekleme programları temelinde ilgili ülkelerin Gayrisafi Yurtiçi Hasılalarının (GSYH) ortalama olarak yaklaşık %17’sine denk gelen miktar ile krizin üstesinden gelinmeye çalışılıyor. Ülkeler bazında bakılacak olursa; Fransa, İtalya ve İspanya’nın sunduğu tedbir paketleri, GSYH’rının %15-25 arasına tekabül ediyor.
Yukardaki tabloya tamamlayıcı olarak; İtalya’nın daha sonra konjöktür programını toplam 400 milyar €, kredi garantilerini de 340 milyar € olarak belirlediğini belirtmiş olalım. Japonya, GSYH’nın %20’sini konjöktür programına ayırarak 915 milyar €’luk bir paket sunuyor. Küçük ve orta boy işletmeler için hemen sağlanacak acil programlar var. Bunlar 2.540-17.000 € arası hibe alabiliyorlar. Kitlesel işsizligi önlemek için işyerlerinin haziran ayına kadar personal giderlerinin, tensikata gitmeme şartı ile devlet tarafından subvanse edilmesi karar altına alındı. Küçük işletmeler ücret giderlerinin %90’nına kadar, büyük işletmeler ise %75’ine kadar karşılıksız destek alabiliyorlar. Bu oran, İngiltere’de %80 olarak tespit edilmişti.
ABD, yukardaki tabloya ek olarak Nisan ayında 441,7 €’luk ek bir konjüktür programını karar altına aldı. Bu miktarın önemli bir bölümü ile küçük ve orta boy firmaların desteklenmesi, diğer kısımı ile sağlık sektörünün desteklenmesi planlanıyor. Kitlesel işsizliği önlemek için bunlara ilaveten ek programların karar altına alınabileceği de belirtiliyor. Ancak tüm bunlar ABD’de aktüel olarak 30 milyon insanın işsizler ordusuna katılmasına engel olamadı.
Tekrar çözüm paketlerine dönecek olursak: Yukarıdaki tedbirlere ek olarak değişik ülkelerin merkez bankaları, huzursuzluğun baş gösterdiği borsalar ve finans piyasalarını sakinleştirmek için destek sözleri verdiler. Bu konuda en ileri giden, politika faizinde 150 puan düşüş yapan ABD merkez bankası FED oldu. Banka, amerikan ekonomisini ve finans piyaslarını kurtarmak için ne kadar para gerekiyorsa o kadarı ile destek verileceğini sözünü verdi.
Avrupa Birliği
Avrupa’da ortaya çıkan gerçeklerden biri de, ülkelerin tek başına krizi yenemeyeceği, kriz sonrası sürdürülebilir bir geleceğin tek başına kurulamayacağıdır. Buna rağmen başlangıçta ortaya çıkan dayanışmadaki eksiklik, medikal metalardaki export sınırlandırılmalarda ortaya çıkan nasyonal egoizm, her ne kadar daha sonra giderek aşıldıysa da, başlangıçta İtalya başbakanının Rusya, Çin ve diğer ülkelerden gelen yardımları övmesi ve bunun için şükranlarını belirtmesi, AB içinde işbirliği konusunda yaşanan hüsranı açık etmesi açısından çok öğretici idi…
Başlangıçta insiyatif göstermekte geç kalan Avrupa Birliği (AB) Nisan başında 500 milyar Euro’luk bir destek paketini karar altına aldı. Şimdiye dek yıllardır neoliberal politika güden muhafazakar elitler, kapitalizmin yaşamsal bir krize girme tehlikesi karşısında bu dogmayı bir kenara bırakarak her Avrupa ülkesinde GSYH’laların %10 ve fazlasına tekabül eden, yerine göre pragmatik Keynesçi eğilimleri çağrıştıran devlet tedbirlerine başvurdular.
Bu gelişmelere paralel olarak AB komisyonu, birliğin borçlanma kriterlerini ve sıkı kamu ihale kurallarını de facto kaldırdı. Avrupa merkez bankası EZB, başlangıçdaki çekingen tavrını bir yana bırakarak 120 milyar €’luk bir tahvil alım programı oluşturdu ve bunu daha sonra 750 milyar €’ya çıkarttı (PEPP, Pandemic Emergency Purchase Program). Bunun dışında önde gelen merkez bankaları kendi aralarında (TCMB buna dahil olamadı) SWAP prensiplerini belirleyerek değişik para birimlerinde likiditeyi sağlamaya, böylece „taze para“ gereksinimlerini karşılamayı güvence altına almaya çalıştılar. Sadece bununla, toplamında yaklaşık 2,5 trilyon €’nun kredi piyasaları üzerinden sirkülasyona girebileceği tahmin ediliyor. Tüm kurtarma programları ve kredi garantileri ile gelecek aylarda total olarak 9,2 trilyon € aktive edilelebilecek. Bununla, endüstri ülkelerinin Gayrisafi Yurtiçi Hasılalarının (GSYH) ortalama olarak yaklaşık %22,5’u krizle mücadele programı için öngörülmüş oluyor.
Ekonomik sorunların çözümü öncelikle, bir dizi ülkenin talep ettiği -özellikle Almanya’nın şimdiye kadar „üzerimize kalır“ korkusuyla reddettiği- Eurobonds‘un (ülkelerin beraberce çıkarabileceği ve uygun faiz koşullarında, Avrupa’da ekonomik olarak zayıf bölgelerin kullanabileceği „taze para“ sağlayabilecek tahviller) çıkarılmasında, bununla yaratılan olanakların sosyal (mesela neoliberal politikalarla tahrip edilen sağlık sektörünün onarılmasında) ve ekolojik yenilenmede kullanılmasında yatıyor. Toplamında krize karşı kapsamlı ve etkin mücadele için AB içinde işbirliği ve dayanışma sağlanmadığı sürece ülkelerarası siyasi gerilimin yükselmesi tehlikesi, kriz sonrası bir „çöküşe“ neden olmasa bile en azından stagnasyona yol açabilir.
Bu noktada Avrupa-MEMO grubu, Avrupa ekonomisini yeniden inşası için ülkeler entegrasyonunu ilerleten, koordine eden, 30 yıldır uygulanan neoliberal dogmalardan kurtulmuş, sosyal ve ekolojik yönelimli, dayanıimacı yeni bir ekonomi düzeni ve politikası öneriyor. Bununla örneğin, Avrupa komisyonu tarafından kabul edilen European Green New Deal politikasının European Green New Deal olarak geliştirilmesine, bununla ekonomiyi stabilize edici, işsizliği ve yoksulluğu önleyici ve gelir dağılımını yeniden düzenleyici tedbirlerle zenginleştirilmesini öngörüyor.
Gelelim Almanya’ya!
Ekonominin ve sağlık sektörünün stabilize edilmesini*) sağlamak üzere alman kabinesi ilk defa 23 Mart günü aldığı kararla 156 milyar €’luk ek bir destek bütçesi kabul etti. Bunun dışında ekonomiye, kullanılmaya açık, neredeyse sınırsız destek anlamına gelen devlet garantili kredileri gündeme aldı. Mart ayı itibarı ile Almanya’nın destek paketi 1,35 trilyon € ile rekor miktar ile GSYH’nin yaklaşık %35’ine tekabül ediyor.
Serbest meslek sahibi kişiler basitleştirilmiş formalitilerle sosyal yardıma müracat edebilecek; sanatçılar, küçük ve orta boy firmalar 9 bin-15 bin € arası hibeleri bürokratik engellere takılmadan, herhangi bir ön araştırma ya da şart olmaksızın hemen alabilecekler. Kiracılar, kiralarını ödeyemedikleri için evlerinden çıkarılamayacak.
SPD-CDU hükümeti geçmiş krizlerde yapıldığı gibi kitlesel işsizliği önlemek için Corona krizinden dolayı çalışamayan, geçici olarak kapanan ya da üretimi düşüren işyerlerinin çalışanlarına yönelik olarak „kısa çalışma“ önlemini gündemine aldı. Buna göre işe gidemeyenler, ücret sübvansiyonu alarak desteklenecekler. Destek, daha sonra yapılan düzenlemelerle net kazancın ilk üç ayda %70 veya 77’sine, daha sonra ise %80’nine (bekarlar) ve %87’sine (evliler ve çocuklu aileler) yükseltildi. Baştan beri işsiz kalanların işsizlik parası alma süresi ek olarak 3 ay daha uzatıldı.
Salgın ile birlikte kapatılan okulların yerine geçecek olan Home Schooling uygulamasının teknik altyapısını (internet, compüter vs.) hazırlamak için okullulara 500 milyon € ödenek ayrıldı. Öğrencilere verilen burslar, Corona’dan dolayı 3 ay daha uzatıldı.
Commerzbank’ın yaptığı hesaplara göre devletin borçları kriz programından dolayı 400 milyar € kadar yükselecek. Bu, GSYH’nın %10’nundan fazlasına denk geliyor. Ki bu oran, krizin gelişme seyrine göre artma potansiyelini de içinde barındırıyor. Şöyle ki; „kısa çalışma“ya ilişkin başlangıçta yapılan tahmin birkaç milyon civarında olmasına rağmen bu sayı geçtiğimiz günlerde 10 milyon olarak pik yaptı. Klasik işsizlik ise çok daha küçük bir artış göstererek 300 bin kadar arttı. Kriz sonrası yukarıda sözü edilen 10 milyonun ne kadarı tekrar işlerine döner, ne kadarı işsizler ordusuna katılır, bunu şimdiden kestirmek oldukça zor. Kesin olan birşey varsa o da bu sayıların bütçeye şimdiden ek bir „yük“ getirdiğidir! Değişik kuruluşların Almanya’nın ekonomik geleceğine ilişkin büyüme / küçülme tahminleri 2020 yılı için negatif, yani küçülme olarak olarak %-7 ile %0,3 arasında, 2021 yılı içinse baz etkisiyle de pozitif olarak %5,2 ile %0,9 arasında hareket ediyor. Tüm bunları ekonomi politik açıdan eleştirel bir gözle mercek altına alacak olursak ortaya çıkanlar;
1. yıllardır ısrarla sürdürülen neoliberal ekonomi politikaların, dogmaların, bu krizle tekrar duvarlara tosladığıdır, iflasıdır. „Her derde deva pazar fetişizmi“ ideolojik saplantıları ile „minimal devlet“ çığırtkanlığı yapanların şimdi devleti yardıma çağırmaları ekonomik oportünizm değilse, ideolojik iflasın açık göstergesidir.
2. Ancak bu çıplak gerçeklik, 2008-09 krizinde daha sonra görüldüğü gibi kriz yönetiminde, ekonomi politikalarda otomatikman bir paradigma değişikligine yol açmıyor. Bu değişikliği, politik-toplumsal arenadaki güçlerin, aktörlerin etkileşiminden doğacak güçler dengesi belirleyecek.
3. Tüm eksiklerine rağmen Merkel hükümetinin aldığı, bir „kriz kalkanı“ oluşturma yönünde aldığı kararlar doğru yönde ve bizlere 30’lu yılların Keynesçi kriz yönetimi metodlarını çağrıştırıyor.
Kararlaştırılan 1,2 trilyon üzerindeki toplam kriz yönetim bütçesi, krizin boyutları ve sebep olacağı tahripler nedeniyle yetmeyecek gibi duruyor. Üretimin daha şimdiden %15 üzerinde düşmesi gibi bu boyutta hesapta olmayan etkenler ya da pandemi krizinin uzaması faturayı daha da yükseltecektir.
4. Burada önemli ayıraç noktasını „krizin faturasının“ kimler tarafından ve nasıl taşınacağıdır. Çünkü;
a. Keynesçi kriz yönetiminin en belirgin özelliklerinden birisi diğer iktisat anlayışlarının tersine, sadece toplumun belli kesimlerini değil, tüm toplumu kuşatıcı, kapsayıcı, kapsamlı olmasıdır.
b. Keynesçi kriz yönetimin merkezinde toplam talep kavramı vardır. Bu ise tüketiciler olarak tüm çalışan kesimleri ve yatırımcı özelliği nedeniyle bir talep unsuru olan girişimcileri de kapsar.
Özetle; çalışan, değer yarattığı için gelir elde edip bunun önemli kısmını yaşamını idame ettirmek için harcayanlar ile, bu harcamalara muhatap olan metaları üreten ve bunun teknik bazını ek yatırımlarla yenileyen ve genişleten girişimcilerin toplamında desteklenmesi, böylelikle toplam talebin canlı tutulması, söz konusu talep yoksa, bunun devletin girişimleri ile yaratılması vardır Keynesçi yaklaşımın ruhunda.. Söz konusu toplumsal talebin canlı olmasının bir ayağı çalışan kesimlerdir. 2008-09 krizinde olduğu gibi göreceli iyi başlayan kriz yönetiminin sonrasında faturanın sosyal devlet harcamalarındaki kısıtlamalar, reel işçi ücretlerindeki durgunluk, esnek çalışma normlarının yaygınlaştırılması vs. ile tek taraflı olarak çalışan kesime yıkılması, ekonomik çevrimde dengelerin bozulmasına neden olmasıyla, ekonomide gelecek periyodik bir krizde kırılganlığın daha da artmasını, bununla gelecek krizin faturasının daha da yükselmesini beraberinde getirebilir.
Görünen o ki, destek paketlerine rağmen ”eskimiş” ekonomi politikalar, ideolojik ezberler, pratik çözüm sunmada engelleyici rol oynayabiliyor. Bir örnekle somutlamak gerekirse, kimi politikacıların hala daha „bütçeyi mutlaka negatiflikten kurtarma“, bunun için kriz sonrası „tasarruf edilmesi“ vb. neoliberal mutlak paradigmalarla hareket ettiği görülüyor. Her şeyin kriz öncesi gibi kalması tehlikesi (Keynesçi ara çözümlere rağmen) küçük değil!
Tam da bu noktada işçi örgütlerinin, sendikaların gücünün önemi ortaya çıkıyor. %19 civarında örgütlenme gücü ile Almanya’da sendikalar bu açıdan iyi bir „pazarlık bazı“ sunmuyor. [İskandinavya ülkelerinde bu oran %60-80 arasında] Ama yine de diğer toplumsal örgütlenmelerden, kimi sağduyulu politikacılardan akla yatkın, belli bir tarihsel zemine dayanan öneriler gelmiyor da değil:
Almanya 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımı ve ekonomik krizi sadece Marshal yardımları ile aşmadı. 1952 yılında kabul edilen „yükü dengeleme yasası“ ile oluşturulan bir fon ile savaşın yaraları sarılmaya,ekonomiyi toparlamaya ve özellikle Doğu’dan savaş nedeniyle sürülen ya da kaçan milyonların topluma entegre edilmesine çalışıldı. Yasa ile oluşturulan bu fonun finansiyel kaynağını varlıklılar tarafından bir defalığına verilen, ödenmesi 30 yıla yayılmışmış Varlık Vergisi oluşturdu. Hesap edilen varlığın vergisi, ki bu varlık genelde ev vs. gibi taşınamazları kapsıyordu, varlık değerinin yıllık olarak %1,67’sine denk gelmesi itibari ile de ödenebilir nitelikte idi.
2. örnek, 1990-94 yılları arası iki Almanya’nın birleşmesinin ekonomik olarak üstesinden gelmek için oluşturulan 115 milyar DM’lık „birlik fonu“dur. Bu fona kaynak, herkesten kazandığı oranda 2019 yılına kadar kesilen „dayanışma ödentisi“nden oluşturularak birleşmenin faturası tek taraflı olarak belli bir kesime yıkılmadı.
Bu örneklerden hareketle ülkenin alternatif iktisatçılarının oluşturduğu MEMO grubu, bir defalığa mahsus olmak üzere bir „Corona Fonu“ oluşturulmasını öneriyor. Bunun, finans ve bölüşüm politikası konusunda doğru ve hakkaniyetli olduğuna inanılan bir tür vergi ile, Corona krizi ile ortaya çıkan olağanüstü kredi gereksinimlerinin karşılanması hedefleniyor. Krizin aşılmasında yaratılan kamusal yatırımlar, alınan kredilerin yükünün sosyal adelet ilkeleri temelinde topluma hakkaniyetli dağıtılması yolu ile gerçekleştirilmesi hedefleniyor.
Hükümet, bütçeye ek olarak oluşturulan 156 milyarlık kaynağın 100 milyar bölümünün 2023 yılından itibaren 20 yıl içinde ödenmesini düşünüyor. MEMO grubu, bütçeye aşırı yorabilecek, yük olabilecek bu sürenin 50 yıla uzatılmasını, sosyal devlet aleyhine gereksiz bir tasarruf yükü oluşturma tehlikesine karşı ölçülü bir önlem olarak görüyor.
Neler değişebilir?
Hemen herkes, sanki „çok büyük bir kehanet“te bulunmuş gibi Corona sonrası dünyanın artık eskisi gibi olmayacağını (?!), hatta kimileri „systemchange“ gibi tasavvurlarla kapitalizmin sonuna gelindiğini, ortaya herhangi bir somut dayanak koymadan iddia edebiliyor. Aslında kapsamlı bir çalışmaya konu olabilecek muhtemel gelişmelerin kimisini aşağıda kısaca ele almaya çalıştık:
Dünyaca ünlü consulting firması McKinsey –her ne kadargeleceğe yönelik öngörülerinde, özellikle maddi üretimdeki otomasyon eğilimlerini somut olarak ele almasa da- Corona krizinden sonra ekonomide kuvvetli bölgeselleşme eğilimlerinin artmasını, ekonominin giderek daha da digitalleşmesini bekliyor. Tüm ekonominin digitalleşmesi şimdi daha da hızlı cereyan edecek; bu noktada ilk „kazanan“lar online ticareti yapanlar olacak. Hava ulaşım ve turizm sektörü Corona krizinin etkilerini daha uzun süre hissedecek, burada canlanma daha uzunca zaman alacak. Bu nokta Türkiye için önemli!
Kuruluş, firmaların kendilerini üretim ve tedarik zincirleri konusunda güvence altına alacakları tespitinde bulunuyor. Örnek olarak otomotiv endüstrisini veriyor. Burada var olan tedarik zincirlerinin 6-7 basamağının olduğunu, Çin ve Avrupa arasındaki denizyolu taşımacılığının bir aydan fazla sürmesinden dolayı birçok firmanın tedarik zincirlerini tekrar gözden geçireceklerini ve kendilerine yakın yerlerde lokal yapılanmalar kuracaklarını öngörüyor. Trend, „bölgede, bölge için üretme“, „Avrupa için Doğu Avrupa da“, „Çin için Çin de“ üretme yönünde olacak. Çin, Doğu Avrupa ve Meksika arasındaki ücret farkları çok fazla olmayacak; ama bununla birlikte firma stokları daha da fazlalaşacak. Bu noktada McKinsey‘in bu yöndeki tahminine, 90’lı yıllardan itibaren yaygınlaşan just in time üretim tipinin ve buna göre oluşturulan ve mümkün olduğunca az stoklamaya dayanan logistik sisteminin de değişime uğrayabileceğini, tüm bunların toplamda belli bir fiyat yükselmesini beraberinde getirebileceğini de ekleyelim.
Corono krizinin Avrupa’da ortaya çıkardığı bir gerçek de, bu sektörden üretimin belli ölçülerde özellikle Uzak-Doğu’ya kayması nedeniyle ilaç ve hammadde konusunda kısmen yaşanan sıkıntı. McKinsey, bu nedenle ilaç endüstrisinde kapasitelerin kısmen Avrupa’ya tekrar geri döneceğini, ama bunun Çin ve Hindistan’dan tamamen çıkma anlamına gelmeyeceği tahmin ediliyor. İlaç endüstrisindeki yasal belirlemeler uyarınca, belli hammadelerin stokda bulundurulması zorunluluğu nedeniyle stokların daha da artacağı öngörülüyor. Bu ve üretimin kısmen kapitalizmin merkez ülkelerine kayması, beraberinde maliyet artışlarını getirmesinin burada da muhtemel olduğunu belirtmiş olalım..
Bu noktada son olarak; kamu sektörü (devlet sektörü değil) ve kamu destekli non profit sektör gibi olguların kriz sonrasında daha sık gündeme gelebileceğini, tartışılabileceğini, yaygınlaşabileceğini de söylemiş olalım.
Bizce Corona krizinin ileride ortaya çıkaracağı diğer bir gerçek de, kriz yönetiminde güncel olarak ağırlığı artan ulus devletlerin, kriz sonrasının tahribatlarıyla, sorunlarla başbaşa kaldığında yetersizliğinin bir kez daha anlaşılacağı, global sorunlara ancak global işbirliği ile cevap verilebileceğidir. Dünya ekonomik sürecinden neredeyse dışlanmış kimi az gelişmeiş ülkelerin (Corono karşısındaki) durumu da bu açıdan değerlendirilmelidir. Kimse artık ”Afrika’daki salgın benim sorunum değil”, deme lüksüne sahip değil!
Bir daha ki makalemizde Türkiye’deki kriz sürecini ele alacağız!
* )Corono krizinin Avrupa’da ortaya çıkardığı bir gerçek de neoliberal politikaların sağlık sektöründe yarattığı tahribatlar oldu. Sağlık sorunlarının alınıp-satılan bir meta haline getirildikten sonra kâr getirmeyen bölümlerin ihmal ya da elemine edilmesi, virüs ile savaşımda en büyük sorunlardan bir oldu. Sağlıkda dünyanın en iyilerinden biri olan Almanya da -her ne kadar bir İtalya ya da İspanya ile arasında büyük farklar olsa da- bu konuda istisna değil! Krizden sonra da sağlık sektörüne yoğun yatırım yapılıp ortaya çıkan eksikliklerin tamamlanması gerekiyor.