Anasayfa » Çevre » Türkiye’de enerji sorununun neresindeyiz?…ZEKİ ALPTEKİN

Türkiye’de enerji sorununun neresindeyiz?…ZEKİ ALPTEKİN

Türkiye’de „enerji sorunu“nun neresindeyiz?

Değerlendirmeler – Sonuçlar

Bundan önce „yenilenebilir Enerjilerin Ekonomi Politiği“ başlığı altında 6 bölümde yayınlanan çalışmalarımızda, regeneratif enerji kaynaklarını ekonomik ve ekolojik yönleri itibarı ile mukayeseli olarak incelemiş, Türkiye’ye ilişkin sonuçlar çıkarmaya çalışmıştık.[1]

Bunları yaparken herhangi bir „ideolojik“ ön kabule dayanmadan objektif durum tespiti yaparak, deyim yerinde ise, „manzaranın“ tam resimini çekmeyi amaçladık. Neler yapılabilir (potansiyeller nelerdir), ekolojik ve ekonomik sürdürülebilirlik durumu nedir, bunları incelemeye çalıştık. Bu sorulara cevap ararken, incelemenin kendi içinde ve Türkiye’nin sahip olduğu potansiyeller temelinde, global bir sorun olan enerji sorununun ülke bazında gittikçe tükenen eski fosil kaynakları, ya da her açıdan pahalı bir teknik olan nükleer enerji kaynaklarını dıştalayarak çözmenin mümkün olup olmadığı sorusu da ortaya çıktı. Çünkü, bu noktada karşımızda, 2010 yılında oluşturulan „Energy Concept“ ile, 21. yüzyılın ortalarında enerji ihtiyacını tamamen yenilenebilir kaynaklardan karşılamak isteyen ve bu konuda her açıdan önder bir ülke durumunda olan bir Almanya örneği vardı. Aynı şekilde, yüzyılın sonlarına doğru Amerika Birleşik Devletleri’nde de %100 yenilenebilir enerjiye geçiş için kayda değer planlamalar yapılıyordu. (Bu bağlamda gelecekte, gelişmiş ülkelerde nükleer santrallerden elde edilen elektrik miktarının giderek azalırken, yenilenebilir kaynaklardan üretilen enerjinin buna paralel olarak artacağını, Çin, Rusya ve Hindistan gibi ülkelerin ise, tam tersine, nükleer kaynaklardan enerji üretiminde başı çekeceğinin tahmin edildiğini belirtelim).[2]  Bu noktalarda Türkiye’nin sadece 2023 yada 2030 yılına kadar „önünü görebildiğini“, diğerleri gibi daha uzun vadeli „vizyonlarının“ olmadığını da ifade edelim.

Klasik enerjilerden yenilenebilir enerjilere geçiş, tabii ki „eskinin“ yerine hemen „yeninin“ konulması ile olmuyor, olamaz da. Almanya’da üretilen enerjinin 1/3’den fazlası hala daha kömüre dayanıyor. 2025’lerde nükleer enerji tekniğinden feragat edecek olan bu ülkenin, yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretiminin yaygınlaşmasına kadar, daha bir süre daha „kömür enerjisine“ mahkum olması olağan.

ÜLKEMİZDEKİ MANZARA

Ülkemizdeki manzaraya geliyoruz! Türkiye’nin 2010’da tükettiği 211.208 GWh’lik enerjinin yaklaşık %45’i öz kaynaklardan sağlanmış olup gerisi ithal kaynaklardan elde edilmiş. Oysa yakın geçmişdeki değerlendirmelere göre ülkemizde;

 

Kömür Potansiyeli 126.500 GWh
Hidrolik Potansiyel 140.000 GWh
Jeotermal Potansiyel 4.000 GWh
Rüzgar Enerjisi Potansiyeli 75.000 GWh
toplam 345.500 GWh

 

yerli kaynaklara dayanan yıllık potansiyel tespit edilmiş. Afşin-Elbistan B santralinin kömür sahasının yeniden üretime başlaması ile yaklaşık 230.000 GWh’lik bir ek elektrik üretim kaynağının daha oluşabileceği; bununla birlikte Türkiye’nin (yıllık) toplam 575.000 GWh elektrik potansiyelinin var olduğu ortaya konmuş; bunun ise, her yıl %5’lik elektrik talebi artışı bazında 2030 yılı için hesaplanan 555.000 GWh’lik elektrik talebini rahatça karşılayabileceği hesaplanmıştı. [3]

 

Biz bu tahminlerin daha „akıllı ve ince“ hesaplamalar ile daha da somutlaştırılabileceği kanısındayız. Belli (mukayeseli) hesaplamaları, inceleme dizimizin daha önce ki makalelerinde şu yada bu şekilde „dağınık“ olarak ortaya koyabildik. Şimdi oralarda elde ettiğimiz sonuçları buraya toplayarak değerlendirmeye çalışacağız.

 

Her enerji kaynağından teknik-ekonomik olarak elde edilebilen, üretilebilen enerji oranına „Kapasite Faktörü“ denir. Bu oran NGS(Nükleer Güç Santralleri) gibi „baz“ yani „kesintisiz enerji üretme“ yeteneğinde olan kaynaklarda %100 iken, her zaman rüzgar esmediği için RES’lerde (Rüzgar Enerji Santralleri) daha azdır. Yenilenebilir enerji kaynaklarının „kapasite faktörü“ne ilişkin sayıları, özellikle Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun (EPDK) 2013 yılındaki tespitlerine dayandırıyoruz; ilgili primer literatürde bulduğumuz bunu tamamlayıcı bilgileri ve potansiyellere ilişkin verileri biraraya getirdiğimizde, Türkiye’nin Ekonomik Üretilebilir Enerji Miktarları olarak adlandırabileceğimiz aşağıdaki tablo oluşuyor:

 

Enerji Kaynağı Potansiyel (GWh/Yıl) Kapasite Faktörü (%) (Ekonomik) Üretilebilir Miktar

(GWh/Yıl)

Güneş 380.000 %22,8 86.640
Rüzgar 148.000 %40 59.200
Jeotermal 295.000 %92 271.400
Biyokütle 107.065 %80 85.652
Biyogaz 45.000 %40 18.000
Hidrolik 216.000 %64,8 140.000
Toplam     650.892

Kaynak: http://enerjienstitusu.com/2013/11/28/yenilenebilir-enerji-ruzgar-gunes-kapasite-faktoru/; Ş. DEMİR, “Güneş Enerjisi Başvuru Süreçleri ve Gelecek Stratejileri”, UFTP Çalıştayı, Antalya, Ekim 2011; Dünya Enerji Konseyi, Enerji Raporu 2011 Ankara, S. 89, 158 , 193-194.

Çiğdem Karadağ, Işıl Işık Gülsaç, Atilla Ersöz, Mustafa Çalışkan „Çevre Dostu ve Temiz: Yenilenebilir Enerji Kaynakları“, S. 26, Bilim ve teknik, Tübitak, Sayı: 498, Mayıs 2009

Not: Biyokütledeki veriler, buradaki enerji ölçüm birimi 1 PJ (Petra Joule) = 278 GWh’e eşdeğer olarak hesaplanmıştır. (Z.A)

 

Somut belirlemeler yapmadan önce, literatürde Hidrolik enerjiye ilişkin 120 bin, 140 bin ve 170 bin GWh gibi üç değişik üretilebilir miktardan söz edildiğini ifade edelim.

 

Biraz önce Türkiye’nin 2030 yılı itibarı ile enerji (elektrik) ihtiyacının yaklaşık 555.000 GWh/Yıl olarak tahmin edildiğini dile getirmiştik. Buna önemli oranda kömürden elde edilen enerji de dahildi. Yukarıda oluşan tabloya göre; Türkiye şu an sahip olduğu yenilenebilir enerji kaynak potansiyellerinin ekonomik „yapılabilir, üretilebilir“ hacimi, toplam 650.892 GWh/Yıl ile bu miktarın oldukça üstünde. Diğer bir deyişle; ülkemiz -yapılabilirliği şu an mümkün olsa- kömür, petrol ve gaz gibi klasik-fosil enerji kaynaklarını, nükleer enerji kaynağını dıştalayarak, sadece çevre dostu, yenilenebilir kaynaklara dayanarak enerji ihtiyacını rahatça karşılayabilir, ihtiyaç fazlasını ihraç bile edebilir yada hidrolik enerjiyi daha az kullanarak doğal süreçlere daha az müdahele edebilir.

 

Yukardaki sayılarda yada hesaplamalarda bir yanlışlık olduğunu zannetmiyoruz. Olması durumunda bunun da bir telafisi var: Mesela buradaki verilere, Türkiye’nin sahip olduğu ve hiç de küçümsenmeyecek orandaki „Dalga Enerjisi“ potansiyelini, bu sektörün dünyada da yeni olması, ekonomik-ekolojik açıdan bir dizi belirsizlikleri içermesi nedeniyle katmadık. Kıyılarında –Türkiye gibi- nispeten kuvvetli rüzgar esen ülkelerin elektrik ihtiyacının en az %5’ini „dalga enerjisi“nden sağlayabilecekleri belirtiliyor; ülkemiz kıyılarının beşte birinden yararlanılarak sağlanabilecek dalga enerjisinin teknik potansiyeli, yani yapısal ekolojik sınırlamalar ve teknik imkanlar neticesinde kullanılabilmesi mümkün olan potansiyeli, yaklaşık 18.500 GWh/yıl olarak tahmin ediliyor. [4]

 

Keza Çanakkale ve İstanbul boğazındaki yine küçümsenmeyecek „denizaltı akıntıları“ potansiyellerini de hesaplarımıza katmadık. Bu konuda araştırma yapmış olan Siemens-Türkiye grubunun verdiği bilgiler, İstanbul Boğazı’nda akan nehirin gücünü, yaklaşık 4 milyar €’luk yatırım neticesinde oluşacak bir denizaltı santrali ile 5.000 MW’lik bir elektrik gücüne dönüştürebileceği yönünde. Bu gücün ne anlama geldiğini konusunda Siemens Türkiye Genel Müdürü, „Türkiye’de kurulu gücün daha birkaç yıl öncesine kadar 40 bin MW civarında“ olduğunu, „İstanbul Boğazı’nın Türkiye’nin kurulu gücünün %12,5’ini tek başına üretebilecek bir potansiyeli barındırdığını“ belirtiyor. „Bu güç ve potasiyelle 4.800 MW gücünde Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin rahatlıkla ikame edilebileceğini“ tespit ediyor. [5] Denizaltı Santrali konusunda küçük de olsa „yerli“ bir örnek var bile:

 

TÜBİTAK destekli bir proje ile “dışarıdan” teknoloji transferi olmaksızın, tamamen yerli kaynaklara dayanarak yapılan 30 kW’lik deniz akıntı türbini prototipiyle elektrik üretimi başarıldı ve 2014 Şubat ayı başlarında şebekeye test amaçlı elektrik verilmeye başlanması planlandı. İleriki aşamalarda kitlesel ve ticari boyutta elektrik üretiminde 5 MW’lik bir kurulum gücü hedeflendiğini de belirtelim. [6] Kurulabilecek bir kaç santral ile çok daha fazla elektrik üretmek olanaklı.

 

Toparlayacak olursak; yukarıdaki hesaplamalarımızda (doğal olarak), 2030 yılına kadar olası teknik gelişmeleri, enerji üreten aparatların randımanlarını yükseltici teknik iyileştirmeleri dikkate almadığımızı da belirtelim. Olayın teknik-ekolojik yanı özetle bu şekilde. Tabii konuyu bir de ekonomik açıdan irdelemek gerekiyor. Aşağıdaki tablo, „yenilenebilir enerjilerin ekonomi politiği“ konusunda söylenecek hemen herşeyi dile getiriyor:

 

Enerji Kaynaklarının Karşılaştırılması

Kaynak Dışsal/Yerel Ömrü

(Yıl)

İstihdam

Kişi/Yıl-TWh)

Yatırım Maliyeti (US-$/kW) Üretim Maliyeti

(US-Sent/kWh)

Petrol Dışsal 40 – 45 260 1.500 – 2.000 5,0 – 6,0
Kömür Dışsal/Yerel 200 – 250 370 1.400 – 1.600 3,5 – 5,0
Doğalgaz Dışsal 60 – 65 250 600 – 700 3,5 – 4,0
Nükleer Dışsal 75 3.000 – 4.000 7,5 – 12,0
Hidrolik Yerel 250 750 – 1.200 2,5 – 7,5
-Küçük HES* Yerel     4,0 – 10,0
-Büyük HES* Yerel     2,0 – 8,0
Rüzgar Yerel 918 1.000 – 1.200 3,5 – 4,5
Güneş Yerel 7.600 Yüksek 5,0 – 6,0
Jeotermal Yerel     3,0 – 4,0
Dalga* Yerel       8,0 – 20,0
Akıntı* Yerel       8,0 – 15,0

Kaynak: Sürdürelebilir Kalkınma Hedefinde iki Sektör: Yenilenebilir Enerji ve Organik Tarım:

http://www.izto.org.tr/portals/0/argebulten_haziran_2013.pdf

Çevre ve Temiz Enerji: Hidroelektrik Enerji, S. 15: http;//www.mgm.gov.tr/files/imgtemp/hes-raporu-2402.pdf

*) 2009 yılı fiyatları ile

 

Bu tablodan çıkan sonuç; yenilenebilir enerji kaynaklarının (toplamında) fosil ve nükleer enerji kaynaklarına göre istihdam, yatırım ve üretim maliyetleri açısından açık olarak artısı olduğu şeklinde. Jeotermal sektörde diğerlerinde olduğu gibi “kıyaslanabilir” veriler elimizde yok; ancak buradaki yatırım maliyetlerinin de “sürdürülebilir” olduğu biliniyor. Güneş enerjisi tekniğinin maliyetinin göreceli olarak biraz yüksek olduğu da sır değil. Ancak bu konuda üretim fiyatları, özellikle Çin’den gelen baskı ile son yıllarda oldukça düştü. Örneğin 2011 yılı fiyatlarında önceki yıllara göre olan %40’lara yakın oranda ucuzlama şimdiye kadar trendinden birşey kaybetmemişe benziyor. Bu gelişme, genelde Avrupa ve Amerika’da giderek artan bir şekilde Güneş Enerjisi Tarlaları şeklinde büyük yatırımlarda, Almanya özelinde –Solar Termik Santrallere ek olarak- kişiye ait konutlarda Güneş Panellerine yapılan yatırımların artmasında ifadesini buluyor. Bu artışların, aynı zamanda devlet tarafından “cömert” subvasiyonlar ve teşviklerle desteklenmesinden de ileri geldiğini belirtelim; özellikle Almanya’da!

 

Alman ekonomi enstitüsü DIW, geçmişte yenilenebilir enerji maliyetlerinin abartıldığını,

bunların tahminlerden daha hızlı bir şekilde düşme gösterdiğini tespit ediyor. [7] 2015 yılında

13,1 €-Cent/kWh olması beklenen yenilenebilir kaynaklardan üretilen elektrik maliyetinin 2050 yıllarında neredeyse yarılanıp 6,3 €-Cent/kWh’e düşeceği tahmin ediliyor. [8] Başka açılardan, ama benzeri sonuçlara Heidelberg Enerji ve Çevre Araştırma Kuruluşu (gws) de varıyor. Ne kadar fazla “yenilenebilir enerji etkinliği” varsa, o kadar daha fazla makro katma ekonomik değer oluşuyor. Bu ise ek yatırımları ve istihdamı, uzun vadede de daha az enerji maliyetlerini beraberinde getiriyor. [9]

 

Ekonomik tablonun tamamlanması açısından buna bir de; enerji kaynaklarının “toplumsal giderlerini” (yani, ilgili enerji kaynağının neden olabileceği çevre kirlenmesi gibi toplum tarafından karşılanan sonuçları) gösteren “ekolojik masrafları” da eklersek:

 

Enerji Kaynaklarının Dışsal Maliyetleri

Kaynak Maliyet

(€-Cent/kWh)

Linyit Kömür 10,70
Taşkömür 8,90
Doğalgaz 4,90
Rüzgar 0,30
Hidrolik 0,20
Güneş(Fotovoltaik) 1,20
Biyokütle 3,80

Kaynak: Umweltbundesamt Tahminleri, 2012 Dessau – Almanya

 

Almanya’da değişik kaynaklardan elde edilen elektrik üretiminin toplam dışsal maliyeti nükleer enerji de hesaba katıldığında 7,8 Cent/kWh’ı buluyor; nükleer enerjisiz bu rakam 7,0 Cent olarak tespit ediliyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarının dışsal maliyeti ise 1,8 Cent’i buluyor. Tüm bu sayılar yenilenebilir enerji kaynaklarının (en geç) orta vadede “ekonomik ve ekolojik” olduğunu ortaya koyuyor.

 

Global ekonomik rekabette -gittikçe tükenen klasik enerji kaynakları gerçekliği göz önüne alındığında- etkin ve optimal bir enerji üretiminin yaşamsal önem taşıdığı açık. Bu gerçeklik, genelde (ekonomik olarak) „birim çıktı başına düşen enerji miktarı yada yoğunluğu“ parametresi ile ifade edilir. Gelişmekte olan ülkelerde -gelişmiş ülkelere göre- bu miktarın daha yüksek olarak gerçekleşmesinin arkasında yatan gerçek ise „ekonomik yetkinsizlik“ olarak gösterilir. Türkiye’nin, enerji yoğunluğu açısından değerlendirildiğinde dünya liginin sonlarında yer aldığı sır değil. Tam da bu bağlamda yukardaki rakamlar temelinde „yenilenebilir enerji kaynakları“nın önemi ortaya çıkıyor. Ki burada Türkiye Jeotermal, Dalga-Akıntı, Biyokütle ve Biyogaz gibi „yenilenebilir baz enerji“ olabilecek alanlarda (yani „kesintisiz enerji sağlama“ özelliğinde olan alanlarda) dünya çapında kıyaslanabilir potansiyellere sahip. Buna göre; bir önceki yazımızda ele aldığımız Almanya’daki Kombine Yenilenebilir Enerji Güç Santralleri [10]   tasarımına benzer enerji projelerinin dayanabileceği temeller Türkiye’de de mevcut. Yeterli olmayanlar kaynaklar, „vizyoner bir enerji ve çevre politikası taarruzu“ ile geliştirilebilir; değişik yenilenebilir enerji kaynakları yukardaki adlarını saydığımız „baz“ nitelikli kaynaklar temelinde birbirleri ile bağlanıp (kombine edilip) „kesintisiz bir enerji üretimi“ ile enerji arz güvenliği sağlanabilir. Bununla en geç 2070-80’li yıllarında enerji ihtiyacımızın %100’nün yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması hedeflenebilir. Peki neden bu türden planlar yapılarak hedefler ortaya konulamıyor? Aşağıda, bu ve buna benzer diğer sorulara ilişkin düşünceler üretmeye çalıştık. Şöyle ki;

 

Yazımızın akışı içinde; ülkemizin sadece yenilenebilir kaynaklara dayanarak enerji ihtiyacını rahatça karşılayabileceğini, buna ilişkin bir enerji potansiyeline sahip olduğunu, hatta olası enerji ihtiyaç fazlasını ihraç bile edebileceğini, yada (tercihen) hidrolik enerjiyi daha az kullanarak doğal süreçlere daha az müdahele etme olanağına sahip olduğunu tespit etmiştik. Burada;

„eğer bu böyle ise, Türkiye neden yenilenebilir enerji kaynaklarını enerji politikasının merkezine koymuyor?; potansiyeli olduğu halde neden Almanya gibi uzun vadeli bir „Enerji dönüşüm“ politikası izleyip sadece yenilenebilir enerjilere dayanan bir enerji konsepti, oluşturmuyor?; neden sadece “rakamlara” bakıp –“Güneş panelleri pahalı, o zaman dayan Rüzgar Güllerine” şeklinde özetlenebilecek- günü birlik yenilenebilir enerji politikaları yerine, uzun erimli “enerjik” vizyonlar üzerinde düşünmüyor?..” şeklinde ortaya çıkan sorulara kafa yorduğumuzda aşağıdaki açıklamalar bizlere mantıki geliyor:

 

  1. Enerji konusunda iktidarlarımızın uzun erimli vizyonları pek olmamış şimdiye kadar. Bakışlar hep genellikle kısa erimli ve “ekonomik” kalmış; uzak görüşlü, somut hedefli ve ekonomik olamamış. Ekonomik olanın ekolojik de olabileceği, ekolojik olanın ekonomikliği de beraberinde getirebileceği bilinçlere çıkarılamamış maalesef. Özetle “ekonomik-ekolojik, sürdürülebilir bir enerji politikası” yok. Bu yokluk, HES’lerde gördüğümüz gibi mevzuat eksikliğine neden oluyor; çerçevesi yasalarla kesin olarak çizilmemiş bir “Çevre Politikası”, örneğin Biyokütle-Biyogaz sektörünün ülkemizde gelişmesini engelliyor. [11]Enerji Bakanlığının geleceğe yönelik hedefleri sıralanırken; Türkiye’nin neden Yenilenebilir Enerji Kaynaklarından ziyade Nükleer Güç Santrallerine (NGS) gereksinimi olduğu, NGS’lerin „baz santraller“ olmasının yanı sıra, Güneş Panellerinin ve Rüzgar Güllerinin göreceli olarak çok daha fazla yer kaplaması ile de açıklanıyor. Kilometrekare başına Türkiye’ye göre çok daha fazla insanın yaşadığı ülkelerde Solar Termik Santrallerinin yaygınlaşması gerçeği ortada dururken, bütün bunları görmezlikten gelmek bir bilinç tutulması değilse, bunun nedeni konusunda aklımıza aşağıdaki düşüncelerden başka birşey gelmiyor.
  2. 2000’li yıllara kadar enerji sektörü de, Türkiye’deki statükonun –“devlet sınıfının”- önemli etki alanlarından biri olmuştur. 90’lı yıllarda, her türlü “alternatif enerji” konseptlerinin “eski tip enerjiden ekmek yiyen” devlet sınıfı mensuplarının mafyöz yapılarına, beton duvarlarına tosladığını biliyoruz. Yüzyılların devletçi yapısı içinde oluşmuş bu eski yapıların, son yıllardaki her türlü değişime rağmen “enerji bürokrasisi”ndeki yerlerini önemli oranda halen daha koruduklarını, (alternatif) enerji politikalarında “Eski Türkiye” lehine etkin olabileceklerini düşünüyoruz.
  3. Türkiye’nin yenilenebilir enerji potansiyelleri ortada iken tamamen fuzuli, pahalı ve güvencesiz bir proje olan Nükleer Enerji de ısrar edilmesinin de bu bağlamda düşünülmesi gerekliliğine inanıyoruz. Buradaki –bize göre anlamsız- diğer bir neden de NGS’lerin aynı zamanda bir “prestij” objekti olması (“İran ve Pakistan’ın var da, bizim yok! Büyük devletlere NGS yaraşır!”). Bu noktada işin “askeri” olumsuz yanını düşünmek bile istemiyoruz. Zira, bu tarz düşüncelerin maddi temellerinin artık 20. yüzyılda kaldığına inanıyoruz..
  4. Özetle, fosil ve nükleer enerjileri 20. yüzyıla ait “eski enerjiler” olarak görüyoruz. Gelişmeler ve önümüzdeki enerji trendleri, yenilenebilir kaynakların 21. yüzyılın ve “modern bilgi toplumunun” enerji türleri olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin bu konuda değerlendirebileceği yeterli kaynakları vardır. Bu işin “maddi temeli” var yani; şimdi sıra buna göre bir bilincin de oluşmasında! Türkiye’nin „Sürdürebilir Çevre ve Enerji politikası“ temelinde Yenilenebilir Enerji Kaynaklarına yönelik bir „taarruz“ başlatması bizce kendini dayatıyor. Buna en basitinden bu konuda var olan „teşvik ve tedbirlerin cömertçe genişletilmesi“ ile başlanılabilir, „enerji mafyasının“ beli kırılabilir. Ülkemizin ithal ettiği enerjiye her yıl verdiği 60 milyar Dolar ile neler yapılmaz(dı) ki !

[1]              Z. Alptekin, “Yenilebilir Enerjilerin Ekonomi Politiği” ( 6 bölüm): http://www.marmarayerelhaber.com/Zeki-ALPTEKiN/24838-Yenilenebilir-enerjilerin-ekonomi-politigi-

[2]              http://enerjienstitusu.com/2014/01/29/bpnin-2035-enerji-gorunumu-raporuna-gore-enerji-talebinde-2035e-kadar-a-artis-olacak/

[3]              Dünya Enerji Konseyi, Enerji Raporu 2011 Ankara, S. 158

[4]              Sibel Demirtaş, Avrupa Birliği ve Türkiye’de Yenilenebilir Enerji Kaynakları ve bunlardan Biyokütlenin Önemi, S. 31, 32 ve 33:

http://web.ogm.gov.tr/birimler/merkez/egitim/disiliskiler/Dokumanlar/AB-odev/sibeldemirtas.pdf

[5]                                                                Siemens: İstanbul Boğazı 5 bin MW elektrik üretebilir:

http://haber.gazetevatan.com/siemens-istanbul-bogazi-5-bin-mw-elektrik-uretebilir/354436/4/yazarlar

[6]              http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2013/12/28/canakkale-bogazindan-elektrik-uretimi-basliyor

[7]              DIW Wochenbericht, Wirtschaft. Politik.:Erneuerbare Energien für Europa, korrigierte Version, 29-2013, Berlin-Almanya

[8]           Energiekonzept 2050, Eine Vision für ein nachhaltiges Energiekonzept auf Basis vonEnergieeffizienz und 100 % erneuerbaren Energien , Beitrag der Institute: Fraunhofer IBP, Fraunhofer ISE, Fraunhofer IWES, ISFH, IZES GmbH, ZAE Bayern und ZSW, die im ForschungsVerbund Erneuerbare Energien (FVEE) zusammengeschlossen sind, für das Energiekonzept der Bundesregierung, Juni 2010 – Berlin , Fachausschuss  „Nachhaltiges Energiesystem 2050“ des ForschungsVerbunds Erneuerbare Energien

[9]              Volkswirtschaftliche Effekte der Energiewende:Erneuerbare Energien und Energieeffizienz

Gesellschaft für Wirtschaftliche Strukturforschung mbH Osnabrück, ifeu-Institut für Energie- und Umweltforschung Heidelberg 2012, in: http://www.ifeu.de/energie/pdf/volkswirtschaftl_%20effekte_%20energiewende_broschuere_pehnt_RZ.pdf

[10]             http://www.marmarayerelhaber.com/Zeki-ALPTEKiN/25410-Yenilenebilir-Enerjilerin-Ekonomi-Politigi-6

[11]         Türkiye’de biyogaz yatırımları için geçerli koşulların ve potansiyelin değerlendirilmesi (Türk-Alman Biyogaz Projesi)

T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Ankara 2011, S. 76

 

Paylaş