Bu Pazar 32 oluyorum. Böyle bir dünyada yaşıyor olmaktan utandığım ilk an değil Aylan çocuğumuzun karaya vuran cesedini gördüğüm an. İlk gözyaşı döktüğüm görüntü de değil.
Benim neslimin çocukluğunun bir kısmı vaktiyle Bosna’ dan gelen çatışma görüntüleriyle, ardından bugüne kadar Gazze ~ Filistin dramıyla, gençliğimizin bir kısmı Saddam zulmü ve peşi sıra gelen işgal görüntüleriyle, ve yüzyıldır çözülemeyen Afrika’nın içler acısı kıtlık, açlık, ölüm kareleriyle dolu. Bugün de Suriye savaşı ve Esad’in katliamlarina bakıyoruz. Ben 32 yıldır, hergün utanıyorum.
Savaş’ ı izleyen halkların aslında haklı olan ama haklılığının yanında bireyin iradesini zedeleyen bir argümanı var: “Mülteci sorunu bireysel çabalarla, lokal yardım ve dayanışma ile çözülemez, bu, devletin ve uluslararası hukukun çözeceği bir sorundur.”
Haklısınız, katılıyorum. Buna rağmen, bu argümanın bize sağladığı zihin konforundan da bir o kadar tiksiniyorum.
Siyasal ideolojileri ve dini öncelikleri olmayan, örgütlü herhangi bir vicdani sivil girişimin sığınmacı, mülteci ve benzer statudeki insanların hayatlarını önemli ölçüde kolaylaştıracağını düşünüyorum.
Farazi ve idealist bir önerim yok. Son derece somut imkanlarımız var.
Avrupa’ya geçiş hattının en yoğun olduğu Bodrum’da, insanların apar topar, hele de kayıplar vermeyi göze alarak kör karanlık sularda ilerlemesine ve basarabilenlerin yanında sabaha karşı kıyıya vuran cesetlerine seyirci kalmak yerine, hiç değilse ille de Avrupa’ya gitmekte diretenler için daha sağlıklı koşullar olusana dek, barinabilecekleri pratik yapilar, kamp benzeri barınma merkezleri oluşturulabilir. Her ilçede uygulandığında belli merkezlere yigilmalar da engellenebilir.
Bodrum’da böyle bir sivil inisiyatife gönlü olan 200~250 kişinin girişimi ile, ortak bir karar doğrultusunda kış koşullarına adapte edilebilecek özel birkaç arazi tahsis edilebilir.
Günümüz teknolojisiyle pratik ve dayanıklı, sonradan kaldırılabilir, taşınabilir prefabrik yapılar inşa etmek geçmişteki kadar maliyetli değil. Isinma tesisatı ve geçici kanalizasyon benzeri sistemler keza öyle.
Adil olması bakımından hergün sırayla birkaç tabldot ve katering hizmeti veren işletmelerin desteği alınıp beslenme sorunu çözülebilir . Gönüllü hizmet vermeye razı gelmeyecek olanlar ortak bir bütçe ile dayanışma göstermeye teşvik de edilebilir. Yani özetle, denemesi imkansız öneriler değil ve kısa vadede bile olsa insanları ölmeyi göze almaktan ve insanlık dışı şartlarda yola koyulmaktan vazgeçirebilir.
Bir ailenin bakımını tek başına olamasa da birkaç kişi ortaklaşa üstlenmek savaşı bitirmez ancak dayanışma göstermek hayatta kalmalarına ve güvende hissetmelerine katkı sağlar.
Bir ölümden kaçıp başka bir ölüme gitmelerine seyirci kalmaktan ve gözümüzün önünde gerçekleşen ölümlere aglamaktan daha fazla, daha farklı bir şeyler yapamayacak kadar aciz olmadığımızı umuyorum.
Elbette savaşın kendisi ve savaş mağduru herkes uluslararası bir sorundur ancak dünya bu sorunu çözmekte hantal ve yetersiz kaliyor, veya bu savaşın sürmesi kimi devletlerin çıkarlarına hizmet ediyor diye “eh n’apalim” mı diyeceğiz?
Sığınmak ve yaşamak evrensel bir haktır. Bu hakkı tanımamakta ısrar edip sınırlarından mültecileri geri çeviren devletlere inat, pekala sivil irade kullanılabilir ve yaşama hakkı bireysel çabalarla desteklenebilir.
Savaş söz konusu olduğunda bir şeyi hep akılda tutmak lazım:
Kimse evini keyfinden terk etmiyor! Kimse yanında üç parça eşya ve ailesiyle sırf canı istediği için parklarimizda, sokaklarimizda yatmıyor. Burada olmaları bir “tercih” değil.
Evet, Filistin söz konusu olduğunda bu mesafeden yapılabilecek en etkili eylem Israil’i protesto etmek ve İsrail menşeili ürünlerin tüketimini boykot etmek.
Evet, Afrika söz konusu olduğunda bu mesafeden yapılabilecek tek şey dünyaya onların durumunu daha çok duyurup uluslararasi hukuku çözüm kalıcı çözümler için ortak akla davet etmek.
Ancak burası kapımızın önü! Burası elimizi uzattigimizda dokunabildigimiz insanları misafir ediyor.
Bu kadar pasif kalmayı yüreğiniz kaldırıyor mu?
Uluslararası çözümleri, devlet müdahalesini veya Esad’in devrilmesini beklemeye sabrınız yetiyor mu?
Sizce sahiden iyileştirici bir şeyler yapamayacak halde miyiz?
Başkalarının çözüm üretmesini beklemeyi, karaya vuran çocuk cesetlerine engel olma ihtimalimize tercih edecek kadar bittik mi sahi biz?