Anasayfa » Kültür - Sanat » BODRUM’UN ŞANSI “ZEYNEP OKÇU BALE OKULU”

BODRUM’UN ŞANSI “ZEYNEP OKÇU BALE OKULU”

Zeynep Okçu Bale Okulu,  17. yıl sonu  “Yeşil Ümitler Bahçesi” gösterisi ile bir kez daha Bodrumlular’a görsel şölen sunmakla kalmadı, yüreklere yeni tohumlar serpti. 

Rezzan Şebin/Özel Haber

31 Temmuz Salı Akşamı, Bodrum Marmara Koleji Tiyatro Salonu 800 kişilik kapasitesini çoktan aşmış olarak, “Yeşil Ümitler Bahçesi” adlı 2 perdelik bale gösterisini heyecanla bekliyordu. 17. yılını dolduran ve Muğla’da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı ilk ve tek bale okulu  “Zeynep Okçu Bale Okulu” nun eğitimi süren ve  mezun olan bir çoğu yurt içi/yurt dışında önemli kurum ve kuruluşlarda görev alan öğrencileri 17.yıl sonu gösterisine hazırdılar.

Ülkemizin içinde bulunduğu koşullar, yangın yerine dönen dünyada hayatını idame ettirmeye çalışan insanların psikolojisi düşünüldüğünde, Zeynep Okçu’nun Bodrumlular’a sunduğu gerçekten çok özel bir geceydi. Zeynep Okçu’nun söylemleri, benim yazacaklarımın aslında tümünü içeriyor:

“Büyülü bir bahçe bizimkisi…Her yıl yeni tohumlar ekiyoruz toprağa, ve birer ümit olarak dönüşüyorlar fidana. Sonra ağaca ve ormana. Taptaze yeşil ümitler. Terimizde, emeğimizde ve çocuk gülüşlerinde. Siz de bizimle olur musunuz. Yeşil Ümitler Bahçemiz’de.”

YEŞİL ÜMİTLER BAHÇESİ’NDEN BİR ANNNENİN KALEMİNDEN:

Gösteri sonrası sosyal medyada süreci ve duygularını paylaşan  bir öğrenci annesinin kaleme aldığı satırlar ise, bana söz ve yazım bırakmıyor zaten: 

“Siz bir gösteri izlediniz. Çok çalışılmış, titizlikle hazırlanmış bir gösteri. Okumayı yeni sökmüş, evinde ‘Ayakkabını giy, kapıya çık.’ denince yapmayan çocukların, sizin izlerken çözemediğiniz karmaşık koreografileri aksatmadan sahneleyişine, liseli, üniversiteli, mezun, Devlet Opera Balesi baş balerini ablaların Türk tabiriyle ‘döktürüşüne’ şahit oldunuz. Ruhunuz yerinden oynadı, coştunuz, gururlandınız, ‘Vay be!’ dediniz.
Siz sadece muhteşem bir gösteri izlediniz. Oysa ben daha neler neler gördüm. Görevli anne olmanın, teknik kulede ışık ve müziği verirken; çocukların aylar süren emeğinin sorumluluğunu parmak ucumda hissetmenin ağırlığıyla birlikte, akıştan itibaren tüm provaları izleyebileceğim diye sevinirken bilmediğim bambaşka bir dünyaya adım attım. Ütopik bir dünya.
Yaz tatili başladığı günden itibaren, üstelik Bodrum gibi bir yerde yaşarken; haftada 6 gün, günde 2,5 ila 6 saat, son günlerde gece yarılarına kadar prova yaptılar. Sakatlanırım diye koşmadılar, fazla yanarım, ayağıma kestane batar diye nerdeyse hiç denize girmediler. Keza benim kızım bir provadan 2 saat önce düşüp dizini yardı, acıdan değil prova diye ağladı, bir yarabandı takıp provaya girdi, prova sırasında kanama olunca, ara verildiğinde hastaneye gidip dikiş attırdık, dönüp kalan 3 saatlik provaya girdi. Daha bunun gibi ne örnekler var. Buna rağmen ‘Bugün okula erken gidelim, biraz takılayım ablaların provalarını izlerim’ dediler.
Peki neden? Onları eyleyen, sınırsız özgürlük veren, her istedikleri yapılan bir ortam mıydı ki burası? Tam tersine.
Bakın ben neler gördüm.
Kızım yesin diye hazırladığımız atıştırmalıkların, ortak bir masada Halil İbrahim sofrasına dönüştüğünü, arkadaşlarıyla paylaşarak yediği her lokmada, bedeniyle birlikte ruhunun da beslendiğini gördüm.
Sofradan tabağını kaldırtamayacağınız, ‘Giyin kızım’ dediğinde kendi odasında ‘Anne eteğim nerde, anneee çorabım nerde?’ diye bağıran el kadar bebelerin; tüm provalarda, üç farklı dansın kostüm ve aksesuarlarını tek tek torbalayıp isimleri yazılı askıya asabildiklerini, tokalarını, filelerini kutularına koyup arkalarında tek bir iz bırakmadan makyaj masalarını toplayabildiklerini gördüm.
Ödev yapacak diye masasında 20 dakika oturtmak için ana göbeği çatlatan, dikkat süresi kırk dakika olarak bilinen 7-10 yaşlarında yirmi çocuğun; sahne üzerinde 5,5 saat ayakta durarak, komut alabildiğini, öğretmenleri bazı teknik kararları vermek üzere 20 dakika kendi aralarında konuşurken (sadece sağa sola sallanarak ve arada kıkırdayarak:)) yerlerine sessizce bekleyebildiğini gördüm.
Okulda öğretmenlerinin en ufak eleştirisinde bile travma geçireceğini sandığımız, hemen telefona sarılıp öğretmenini ‘çocuğumuzla uğraştığına’ pişman ettiğimiz çocuklarımızın, aslında her türlü eleştiriyi -üstelik kişi başına saatte düşen garısafi milli eleştiri 23 olacak şekilde- kaldırabildiğini, meselenin kişisel değil ortaya çıkarılan işin bütünüyle ilgili olduğunu çok da güzel anlayabildiğini gördüm.
Bir tek selam vermenin bile günler saatler boyu provasının yapılıp, birbirini hissederek senkron tutturmanın öğretildiğini gördüm.
Çocuğun çok sevdiği bir işi yaparken ve güvendiği ellerde olduğuna inandığında ‘Ben’ olmayı bırakıp, ortak yapılan bu işe teslim olduğunu, ortaya çıkacak ürüne iyi hizmet etmek için canını dişine taktığını gördüm.
İstisnalar yok muydu, vardı. Ne oluyordu o istisnalar?
Önce küçüklerden başlanıyordu provalara, sonra sırayla bir büyük sınıf alınarak devam ediyordu, en sona büyükler kalacak şekilde. Her bir üst sınıfın provası başladığında aradaki bir yıllık eğitimin kattıklarını görüp hayret ediyordum. İşte o istisnalar da tamam olmuştu, oldurulmuştu sonunda, emekle, sebatla, inançla, inatla. Bu yıl değilse seneye oluyordu.
Mesele sadece çocuklara bale öğretmek değildi orada, öyle şeyler gördüm ki, benim için bale teferruat oldu birden.
İyi insan olmayınca iyi sanatçı olunmuyor, onu gördüm.
Bizimkiler fidandı. Bir de o yeşil ümitlerin ağaç olmuşlarını gördüm.
İnsanın en burnundan kıl aldırmadığı, en kendinden başka kimseye faydası olmadığı, en başka alemlerde olduğu yaşlardaki ablaları gördüm. Bizde üniversitede okuyana hiç dokunulmaz, onlara hürmette kusur edilmez, eskiden kalan alışkanlıkla onlar ‘okuyup bizi kurtaracağı için’ el üstünde tutulur, gülden ağır laf edilmez, çok da bir şey beklenmez.
Gelgelelim bu okuldan mezun, kimisi üniversitede kimi konservatuarda okuyan, kimi Devlet Opera ve Balesinde baş balerin olan ablalar farklı şehirlerden, farklı ülkelerden geldiler, gelmeden önce bulundukları şehirde seçtikleri danslara hazırlandılar, sonra gelip okuldaki provalara katıldılar, hem dans ettiler, hem kulislerde her biri bir grup çocuktan ya da bir detaydan sorumlu oldular, acil giyinmesi olan küçüklere yardım ettiler, saçlarını yaptılar, sahne sıralarında kulis ağzına getirdiler, perde açıp kapadılar. Görevleri buydu ama bununla kalmadılar. Çünkü sadece görev insanı değil iyi insan olmuşlardı.
Provalarda saatlerdir dans eden, artık ağrılarına dayanamayan, en erken gelip en geç gidecek ablalardan birinin 5 dakikalık nefes alacağı molasında herşeyi bırakıp burnu kanayan miniklerden birine tampon hazırladığını gördüm, ne velilere ne görevli ablaya bırakmadı küçük kardeşini.
Bir başka abla saatler süren provasının arasında 10 dakikalık yemek molasına çıkmışken etrafına toplanıp; ‘Ne yiyosun, kurabiyemden yer misin? Neden yemezsin? O ayağındakini neden taktın? Acıyor mu? Naapınca acıyor? Nasıl dayanıyorsun? Senin kostümün kaşındırıyor mu?’ gibi sonu gelmeyen çocuksu sorulara bir an bile ‘Öff bi durun’ demeden sabırla ve güler yüzle gerçek cevaplar verirken bir yandan ağzına zar zor bir iki lokma atıp yeniden provaya giriyordu.
Öğretmen ‘Olmuyor, böyle gösteriye çıkamazsınız’ deyip salondan çıktığında, ‘iyi polis’ ablalar sahneye fırlayıp ‘hadi bakalım, şahane yapalım, öğretmenimiz şaşırıp vay be desin’ diye kızları çalıştırıp motive ediyordu.
Ben, prova sonunda ‘hiç kimse söylemeden’ miniklerin soyunma odalarını kontrol edip ‘burayı böyle bırakamayız’ diye odaları ve tuvaletleri toplayıp temizleyen ‘balerin’ ablalar gördüm.
Ertesi gün de bunu duyan küçük dansçıların, ablalarını örnek alarak, kendinden de küçüklerin arkasını topladığını gördüm.
Ben bu son bir haftada EĞİTİM kelimesinin gerçek anlamını gördüm.
Sizin sahnede gördüğünüz düzen, disiplin, birliktelik, zerafet ve sıcaklık, altında görünmeden yatan dev bir buzdağının üstünde yükseliyor.
Benim canım kızım, filizim, karakterine tam da uyan bir toprak buldu kendine, orada büyüyor. Tavrıyla, duruşuyla, inancı, tutkusu, heyecanı ve çalışkanlığıyla bizi gururlandırıyor.
Güneşleri bol olsun.
Çok sevgili Zeynep Okçu ve öğretmenlerimiz Pınar Saffari , Margarita Slotina   çocuklarımız üzerindeki emekleriniz için şükranlarımla. ”

“ZEYNEP OKÇU BALE OKULU” HAKKINDA

2001 yılında kurulan Zeynep Okçu Bale Okulu, Muğla’da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı ilk ve tek bale okulu olarak, “sadece” hobi amacı taşıyan bir çok benzerinden oldukça farklı bir düzeyde, uluslararası platformda profesyonel kariyer yapabilecek öğrenciler yetiştirmeye devam ediyor. Eğitimini başarı ile tamamlayan öğrencilere Milli Eğitim Bakanlığı onaylı diploma veren Zeynep Okçu Bale Okulu, aynı zamanda  her sene sonunda sahnelediği eserlerle repertuarını genişleterek, bale sanatını tanıtıp sevdirme misyonunu sürdürüyor. Okul sadece ülkemizde değil, bugüne kadar Çin Halk Cumhuriyeti, Kanada, Güney Afrika Cumhuriyeti, İtalya, Japonya, Fransa, ABD, Letonya, Çek Cumhuriyeti, Almanya, İskoçya gibi ülkelerde de katıldığı uluslararası yarışmalarda ve festivallerde Dünya 1.liği dahil pek çok dereceyi ülkemize getirdi.

 

 

 

 

Paylaş